“Necmi Efendi’nin elindeki kâğıtlar beyitle doldukça ruhu hafifliyor, başı hafifliyor, yorgun ve hasta varlığındaki ıstırapları hiç hissetmiyordu. Ve şakakları atıyor, hafifçe gözleri kararıyor, sanki damarlarında kan ağır ağır boşalıp gidiyordu. Yazdı, yazdı.
Yakuttan, zümrütten, elmastan ve inciden nihayetsiz bir zincir gibi kelimeler, fikirler, teşbihle ve tasvirler birbirlerini vely ederek ruhundan ve beyninden mütemadiyen kalemine ve kâğıda iniyorlardı. Yazdı. Durmadan yazdı. Tabiatın halk ettiği mevsimler gibi ömrü ancak iki üç aydan ibaret bir bahar değil, kokuları ebediyen baş döndüren, renkleri ebediyen mest eden ve rüzgârların ilâhi yelpazeleri insanı müebbeden okşayan ilahi bir bahar yaratmıştı. Ve ne kadar yorulduğunu, artık bir daha hiç geçmeyecek bir yorgunlukla bitap düştüğünü ancak o zaman anladı. Eli kâğıtlarından ayrıldı, kalemi yanına bıraktı ve başı yastıklara düştü. Biraz evvel kendi kalkarak yarı açtığı pencerenin kafeslerinde gelen rüzgâr, ona yeni bir baharın ilk kokularını getiriyor, sonra da, yere eğiliyor, yaprakları dağılmış kasidenin satırlarına buseler bırakıyordu. ”
Nahit Sıtkı Örik-Şair Necmi Efendinin Bahar Kasidesi
(Türk Dil Kurumu Yayınları)
Not:Yukarıda okuduklarınız hikayenin tamamı değildir.
Çok güzel paylaşım.Okumayanlara tavsiye ederim.