” Gün kararır kararmaz etrafı hafif bir bulanıklık kaplamıştı. Sıcak yaz akşamlarının sessizliği… Çıt yok. Sade hiç durmadan akan çeşmenin çağıltısı. Ve arada, şehre dönen sürülerin çıngırakları, araba tekerlekleri, nal sesleri…
……
-Heyyy Ömer !..
-Ömer heyyy !..
…….
Ağır ağır kalktı baktı: İmam Vacip Efendi sesleniyordu. Yanında dört beş kişilik bir cemaat ve erde uzanan bir tabut vardı. Yorgun yorgun yaklaştı. İmam omzunu okşuyordu:
-Ömer, bağrı yanık.. Sen merhametli adamsın, şu fakiri defnedelim. Biçare hatunun Allah’tan gayri kimseciği yokmuş.
Sabahtan beri bu kaçıncı idi ! Zavallı millet açlıktan, hastalıktan kırılıp gidiyor…
Ömer dalgın dalgın düşünürken, omuzları çökük bir ihtiyar:
-Düşünme evlât, diyordu, büyük sevap işleyeceksin…
Nasırlı ellerine tükürdü, uğuşturdu… Kazmasına yapıştı. Anacığının hasretinden zaten yüreği yanıyordu. NAsıl reddedebilirdi ?
O, bir servi bir servi dibinde çukur açmağa çalışırken, tabutun baş ucunda çömelmiş iki ihtiyar fısıl fısıl konuşuyorlardı:
Zavallı hatuncağızın kimsesi yokmuş? Allah’tan başka…Günlerce kursağına bir lokma ekmek düşmediği olurmuş. Mahalleli, bu ihtiyar kadına arada yardım edermiş ama… Zaman malûm.. Herkes kendine bakmaktan aciz. Biçarenin bir tek evlatcağızı varmış. O da Çanakkale’den dönmemiş…”
Reşat Enes Aygen-Talkın
(Türk Dil Kurumu Yayınları)
Not: Yukarıda okuduklarınız hikâyenin tamamı değildir.